HuzurPinari
Es-Selamu Aleykum HuzurPinarina Hosgeldiniz
Hayatın Hayatı  Huzurmq8
HuzurPinari
Es-Selamu Aleykum HuzurPinarina Hosgeldiniz
Hayatın Hayatı  Huzurmq8
HuzurPinari
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HuzurPinari

Huzur Bulacağiniz Bi Ortam HuzurPinari
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Hayatın Hayatı

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
**Nur-YüzLüM**
Moderator
Moderator
**Nur-YüzLüM**


Mesaj Sayısı : 64
Kayıt tarihi : 02/05/11

Hayatın Hayatı  Empty
MesajKonu: Hayatın Hayatı    Hayatın Hayatı  EmptyÇarş. Haz. 01, 2011 7:17 pm

Hayatın Hayatı


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Hayat…

Elimizdeki
en büyük sermaye, elimizdekileri de, elimizi de ona borçlu olduğumuz
hakikat. Hayat, Yüce Yaratıcının varlıklar içindeki, en büyük mucizesi…
Hayat sahibi her varlık hayatını muhafaza için çaba göstermekte… Peki,
biz insanlar, hayatımızı nasıl muhafaza etmeliyiz? Hayata yapılacak en
büyük hizmet nasıl olmalıdır? Hayatın birçok yönü var. Bu yazımızda
HAYAT-İMAN
ilişkisi üzerinde durmaya çalışacak ve İmanın hayata
taşınmasının lüzumundan bahsedeceğiz.


Hayat
denilince öncelikle, büyüme-gelişme özellikleri taşıyan, bütün kâinatla
münasebet ve ilişki kurabilen bir varlık düşünürüz.


İmanı
ise Bediüzzaman hazretlerinin güzel tariflerinden birisi ile tarif
edersek “ İman, insanı Sani-i Zülcelaline nisbet ediyor. ” Yani,
Kâinatın Sultanıyla ve bütün varlıklarla bir bağlantı kurulması
olayıdır. Bir iğnenin ustasız, bir harfin kâtipsiz olmayacağını bilen
bir aklın, kendisini ve yaratılan her şeyin de ustasının var olduğuna
inanmasıdır. İşte bu tanımlamalardan sonra iman-hayat münasebetine
geçebiliriz.


Nasıl
ki hayat sahibi bir varlık karınca da, sinek te olsa O “HAYAT”
sayesinde güneşle, havayla, suyla, rızk'la, kısacası kâinatla bir bağ
kuruyorsa… Aynen onun gibi iman da eğer bir insanın hayatına girse,
yani “ HAYATIN İMAN İLE HAYATLANDIRILMASI ” olursa karıncanın hayat
sayesinde kâinattan faydalanması gibi, o insan da iman ile hazır günden
ebediyete sonsuza uzanan bir varlığa kavuşur


Gözünde
hayat olan biri güneşe, yıldıza ulaşabilirken, kör biri önünü
görememektedir. Kalbinde iman nuru olan biri ebediyeti düşleyip,
cennetin hayalini kurarken, iman nuru kalbinde olmayan birisi yarınının
endişeleriyle kıvranıp durur.


Göz
için güneşin ışıkları ne kıymette ise, kalp için de iman nuru o
kıymettedir. Zira göz ışık ile her şeyi görür, kalp te iman nuru ile
her şeyin sahibini bulur. Olayların ne mana ifade ettiğini görebilir.


İmansızlık,
ölü doğmuş olmaya benzer. Ölü doğan hiç bir şeyden faydalanamayacağı
gibi imansız bir insan da dünyada birçok şeyden, ebediyet hayatında da
her şeyden mahrum olacaktır. İman ile, dünya hayatında kendisine
sunulan harika ikramlara teşekkür etmeyene, ebediyet hayatında tekrar
ikram yapılırmı? Dünyada her gün açılan harika manzara- ların,
sergilerin takdirini yapmayana “Gerçek hayat olan Ahiret hayatında”
daha güzel sergiler gösterilirmi? Zaten İmansız olarak ölen bir insan,
ebediyet yurdu olan ahirete “ÖLÜ DOĞUM” yapmış olur, o kişi için
ebediyen mahrumiyetler söz konusu olabilir…



DÜNYADA İMANSIZLIĞIN ZARARLARI

İnsan
“İMAN” ile dünyanın bir sahibi olduğunu kabul etmediğinden, başına
gelen her bela ve musibeti de, imtihan sorusu olarak algılayamaz.
Tarlada rahatı arayan insan huzursuzluğu sergiler durur. Ebediyeti
bilmediğinden her isteğinin yerine gelmesini arzu eder. Çünkü ona göre
hayat bir defadır, o da zevk ile yaşanmalıdır. Banka hortumlamaları
yaparak milyonlarca kul hakkı yemek, hile, dolandırıcılık gibi elinden
geleni yapar. Polisin olmadığı yerde, kendisini kimsenin görüp de,
gözettiğini bilmez. Kamera karşısında pür dikkat kesilirken, ilahi
kameraların her an kayıtta olduğunun cahilidir. Haram - Helal
kelimelerinin onun lûgatında yeri yoktur, yoksula yardım, anne babaya
itaat, komşu hakkı gibi daha nice meseleleri, imansızlığından
kaynaklanan çarpık anlayışından dolayı bambaşka değerlendirir.

Her
şeyi menfaatine göre değerlendirince, herkesi de menfaati peşinde koşan
insanlar olarak algılar, kardeşine bile emniyet duymaz hale gelir…

Hayat,
cesetten çıkınca, vücudun tüm organların- da bozulmanın başlaması gibi,
hayatımızda da iman rol almazsa kendi iç dünyamızda bozulmalar,
sıkıntılar, stresler eksik olmayacaktır…


Evet, imanı hayata taşımak gerek. İman, insanların kalplerinde, bir manevi bekçi, rolünü oynaması lazım.
Her
yaptığının görüldüğünü, kayıt edildiğini bilen bir insan, nasıl yaşar?
Siz düşünün. İlahi kameraların kayıtta olduğunu bilen bir insan, nasıl
kul hakkı yer, nasıl fakiri görmezden gelir, nasıl ahlaksızlık
yapabilir…

İman hayata girince kalpte nasıl bir yasakçı bırakır? İşte bir misal:

Sahabenin
ileri gelenlerinden Muaz bin Cebel Hazretleri, Hazret-i Ömer (r.a)
devrinde zekât memurluğu vazifesiyle çalışıyor, kabileleri dolaşıp
onların verdikleri zekatları toplayarak Halifeye getiriyordu. Hz. Muaz,
yine bir gün, Medine civarındaki kabileleri dolaşıp onların zekatlarını
almış, Halifeye teslim etmiş ve sonra da evine dönerek istirahata
çekilmişti.

Hz. Muaz'ın hali fakirceydi. Bu fukaralık, bazen hanımının canına tak ettiği oluyordu.
Kocasının eve eli boş geldiğini görünce, ona şu şekilde sitem etmeye başlamıştı:
-Günlerdir
çöllerde dolaşıp duruyor, halkın zenginlerinden zekâtlarını
topluyorsun. İnsan, bu arada kendine de bir şeyler ayırır, eve getirir.
Kim bilecek, kim duyacak?


Hz Muaz (r.a), hanımının sitemine şu karşılığı verdi:
-Bunu nasıl yaparım hanım? Peşimde her an gözcü var. Biri beni gözetliyor, der.
-Ne
söylüyorsun bey, demek sana Allah'ın Resulü güvendi, Ebû Bekir güvendi
de, Ömer güvenmeyip peşine gözcü koydu, seni gözetletiyor ha? Şimdi ben
ona gösteririm...

Kadın
öfkeyle gitti, Halifenin huzuruna çıkarak kocasının peşine niçin gözcü
koyduğunu sordu. Fakat Halifeden, kesinlikle böyle bir durumun
olmadığını öğrenince, mahcup olarak geri döndü. Bu sefer de kocasına
çıkıştı:


-Beni Halifenin huzurunda mahcup düşürmeye ne hakkın var? Neden yalan söylüyor, Halife peşime gözcü koydu, diyorsun?
Hz. Muaz, karısına şu manalı cevabı verdi:
-Hayır
hanım, yalan söylemiyorum. Ben, peşimde gözcü var, biri beni
gözetliyor, dedim. Fakat o gözcüyü Halife peşime taktı demedim.
Peşimdeki gözcü, Halifenin değil, Allah'ın gözcüsü idi. Allah'ın
Kirâmen Kâtibin melekleri, iyi kötü her şeyi yazıp kaydetmiyorlar mı?
Allah her yaptığımız işten haberdar değil mi? O'nun ilminden kaçmak,
bilgisinden uzak kalmak mümkün mü? Zerre kadar iyiliğin de, zerre kadar
kötülüğün de yarın ahiret'te hesabı sorulmayacak mı?

Hz.
Muaz'ın hanımı, bu cevap üzerine derin derin düşünceye daldı.
Fakirliğin verdiği sıkıntı ile nasıl yanlış düşüncelere saplandığını
anladı. Kocasına hak vererek, ona bir daha bu konuda sitem etmemeye
karar verdi.


Bugün toplumda iman edenler arasında da çok farklılık görülmektedir. Bunun sebebi de kanaatimce şu cümlelerde saklıdır.
“Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır.”
Bu cümlenin izahını yaparsak mesele iyice anlaşılacaktır.
Çekirdek
bilkuvve, ağaç ise bilfiile örnek verilebilir. Yani çekirdekteki
bilkuvvenin bilfiil haline gelmesine ağaç diyoruz. Evet, ağaç olmak
için çekirdekteki şifreli programın belirli şartları yerine getirmesi
gerekmektedir.


Toprak
altında beklemeli, sulanmalı, gübrelen- meli, ışık ihtiyacı giderilmeli
ki, ağaç olmaya yani mükemmele doğru bir yürüyüş sergilesin. Ve sonuç
olarak herkesin gölgesinden, meyvesinden, rengin- den, kokusundan
faydalandığı bir ağaç olsun. Eğer çekirdek gerekli şartları yerine
getirmezse, bu güzelliklerin hiçbirini sergileyemeyecektir.

Aynen
öylede; bir insan iman etse, ama ibadet toprağına kendini atmazsa,
İslamiyet güneşinden beslenmezse, Kuran suyu ile sulanmazsa, imanın
güzellikleri kendisinde nasıl görünecektir.


İmanın
hayata taşınması, gereklerini yapmakla olur. Yoksa iman ettiği halde
imanı çekirdekte kaldığından güzellikleri sergileyemeyince, çevreden;
“bu nasıl Müslüman, bu nasıl mümindir?” diye sesler yükselmeye başlar.
Buradaki kusur imanda ve islamda değildir. Aksine kusur, çekirdeğini
ağaç haline getirmeyene aittir. Yoksa iman çekirdeği içinde her türlü
saadetin ve nurun şifresi vardır.


Mesela
islamdan önce Ömer ile islamdan sonra Hz Ömer (r.a)' ın durumu çekirdek
ile ağaca en güzel misaldir. Daha önce çocuğunu diri diri toprağa gömen
biri iken, karıncaya ayak basmaktan kaçınan bir şefkat meyvesi ortaya
çıkmıştır.


Aynı kişinin hayatı, iman ile hayat bulunca nasıl güzellikler sergileyebiliyor.

Evet,
geliniz daha dünyada iken cennet hayatının esintilerini hissedelim,
ebedi hayatın sevinci ile geleceğe bakalım, Bizi yokluk
karanlıklarından çıkarıp aziz bir misafir olarak yaratan Rahim bir
sahibimiz olduğunu düşünerek ona el açalım ve asıl o zaman HAYATIN
NASIL BİR HAYAT OLABİLECE- ĞİNİ görelim… Bunun içinde


HAYATIMIZI İMAN İLE HAYATLANDIRALIM!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
canyoldasi
Admin
Admin
canyoldasi


Mesaj Sayısı : 272
Kayıt tarihi : 01/05/11

Hayatın Hayatı  Empty
MesajKonu: Geri: Hayatın Hayatı    Hayatın Hayatı  EmptyPerş. Haz. 02, 2011 2:49 pm

yazan ellerine yuregine saglik bu guzel paylasim icin allah razi olsun
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Hayatın Hayatı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Allah Rasûlü’nün Tefekkür Hayâtı
» İMAMI ŞAFİ HAZRETLERİ HAYATI
»  Mehmet Akif Ersoy HAYATI (1873 - 1936)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
HuzurPinari :: ^^ISLAMI KONULAR VE KAYNAKLAR^^ :: Iman-
Buraya geçin: